YÖK’ün kuruluş yıldönümü nedeniyle Eğitim Sen Dersim Şubesi’nde basın açıklamasında konuşan Eğitim Sen Üniversite Temsilcisi Onur Şahin, “12 Eylül’ün bir ürünü olarak sıkıyönetim kurallarını üniversitelerde hayata geçirmek amacıyla kurulmuş olan Yüksek Öğretim Kurulu (YÖK) 43 yıldır üniversiteler üzerinde temel müdahale aracı olma işlevini sürdürmektedir. 2547 sayılı Kanunun yürürlüğe girdiği 6 Kasım 1981’den bugüne YÖK, üniversitelerin toplumsal sorunlara mesafeli duracak şekilde konumlandırılması görevini üstlenmiş; hiyerarşik, baskıcı ve otoriter yapısıyla siyasi iktidarların üniversiteler üzerindeki kontrolü için kullanışlı bir araç olmuştur. YÖK’ün kuruluşu, doğası gereği özgür olması gereken üniversitelerin özerkliğine yapılan bir darbe olarak önümüzde durmaktadır” dedi.

YÖK’ün kuruluşundan bugüne üniversitelerin piyasaların ihtiyaçları doğrultusunda dönüştürülmesinin aparatı olduğunu söyleyen Şahin, amacına ilişkin bilgilendirme yapan Şahin, üniversitelerde yaşanan sorunlara ilişkin şu tespit ve önerilerde bulundu:

Akademik özgürlüğün siyasi-ideolojik saldırılar sonucu ayaklar altına alınması bugün üniversitelerin yaşadığı sorunların temel nedenlerinden biridir. Üniversitelerde akademik özerklik ve bilimsel özgürlüğün tesis edilmesi için gerekli koşullar derhal sağlanmalıdır.

Üniversitelerin yönetim mekanizmalarının hızlıca demokratik ve katılımcı yapıya kavuşturulması gerekmektedir. Üniversiteler, Cumhurbaşkanı tarafından atanan rektörler tarafından değil, üniversite bileşenlerinin ortak iradesiyle seçilen kurullar eliyle yönetilmelidir.

Rektörlerin aşırı yetkilerinden birisini düzenleyen 2547 sayılı kanunun 13-b/4 maddesi iptal edilmeli, bu madde ile rektörlerin akademik ve idari/teknik personeli keyfi biçimde sürgün edebilmesi, görev yerini değiştirebilmesi engellenmelidir.

Devlet ve Vakıf üniversitelerinde 50/d, 33/a ile istihdam edilen araştırma görevlileri arasında görev ve haklar açısından yapılan her türlü ayrımcılık engellenmeli, araştırma görevlilerinin 50/d ile istihdamına son verilmeli, güvenceli istihdam temel alınmalıdır.

35. Madde ile görevlendirilen araştırma görevlilerinin uğradığı her türlü mobbing ve ayrımcılığa son verilmelidir.

Hak ettikleri kadroya atanmayı bekleyen, doçent unvanı almasına rağmen Dr. Öğretim Üyesi ya da Dr. Araştırma Görevlisi olarak istihdam edilen ya da profesörlüğü hak etmesine rağmen alt kadrolarda istihdam edilen öğretim elemanlarının kadro talepleri karşılanmalıdır. Kadro sorunları bekletilmeden çözülmelidir.

Üniversitelerdeki idari ve teknik personel görmezden gelinmekte, ağır biçimde ayrımcı uygulamalara maruz kalmaktadır. Görev tanımları bilinçli şekilde muğlaklaştırılmakta “amirin verdiği diğer işler” gibi ifadelerle angaryaya dönüştürmektedir. Bu tip uygulamalardan vazgeçilmelidir.

Lojman, servis hizmetleri, yemekhane ve sosyal tesislerin kullanımında kısıtlamalara ve ayrımcılığa son verilmeli, hangi kadro ve unvanda olursa olsun tüm üniversite personelinin bu hizmetlerden eşitçe yararlanması sağlanmalıdır.

İtibardan tasarruf etmeyen iktidar kamu kaynaklarını sermayeye, tarikat ve cemaatlere aktarmaktadır. Kamuda tasarruf tedbirleri ile zaten yetersiz olan üniversite bütçelerinde daha fazla kesintiye gidilmektedir. Oysa kamusal eğitim, siyasal iktidarın ve bir bütün olarak devletin ekonomik ve demokratik talepleri karşılaması için zorunlu bir koşul; eğitim hizmetinin herkes için eşit, parasız, nitelikli ve ulaşılabilir olmasını ifade eden bir kavramdır.

Bugün üniversitelerde başta ulaşım hakkı olmak üzere beslenme, barınma, kreş gibi sosyal haklar gasp edilmektedir. Bu nedenle birçok üniversitede servis hizmetleri durma noktasına gelmiştir. Neredeyse tüm üniversitelerde yemekhane ücretlerine sürekli fahiş düzeyde zam yapılmakta, beslenme hakkı yok sayılmaktadır. Eğitimin tüm kademelerinde bütçe payı arttırılmalı, üniversitelerde ulaşım, beslenme, barınma ve kreş hakkı ücretsiz olarak sağlanmalıdır.

Toplumsal cinsiyet eşitsizliği ve ayrımcılığının sokakta, evde, işte derste yani yaşamın her alanında yeniden üretildiği ve yaşandığı ülkemizde, kadına ve çocuğa karşı şiddet, istismar ve cinayetler her geçen gün katlanarak korkunç boyutlara ulaşmaktadır. Toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması sendikamızın en önemli taleplerinden birisidir. Sendikal eğitimlerimizin tümünde “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği” konusu anlatılmaktadır. Milli Eğitim Bakanlığı ve Yükseköğretim Kurulu aracılığıyla uluslararası sözleşmelere atılan imzaların gereğini yapmalı, toplumsal cinsiyet eşitliği eğitimi tüm kademelerde ve üniversitelerin tüm bölümlerinde ders olarak okutulmalıdır.

İktidarın kültürel hegemonya yaratma projesinin odak noktası eğitim alanıdır. Bir taraftan üniversiteler siyasi-ideolojik saldırıların hedefi haline getirilirken diğer taraftan üniversiteler tarikat ve cemaatlerin cirit attığı dinci, gerici yapıların odağı haline getirilmektedir. Demokratik, bilimsel, laik, cinsiyet eşitlikçi bir eğitimin hayata geçmesi toplumun geleceği açısından asıl unsurdur.

Yükseköğretime ayrılan bütçeler yetersizdir! Üniversitelerde özgürce akademik faaliyet yürütebilmenin en temel koşullarından birisi yeterli kamusal finansmanın sağlanmasıdır.

Demokratik Üniversite fikrinin önündeki en temel engellerden birisi olan Yükseköğretim Kurulu kapatılmalı ve üniversiteler arasında koordinasyonu sağlayacak, demokratik, katılımcı ve çoğulcu modeller hayata geçirilmelidir.

Şahin, konuşmasını şu sözlerle noktaladı: “Belirtmek isteriz ki artık tek başına YÖK’ün kaldırılması yetersizdir. Onun bugüne kadar yerleştirdiği bu düzenin köklerinden sökülüp atılması gerekmektedir. Ancak, üniversitelerin yeniden özgürlüklerine kavuşabilmelerinin ve insan, toplum, doğa yararına faaliyet gösterebilmelerinin yolu, tam da bugüne kadar uygulanan politikaların terk edilmesiyle mümkün olabilecektir.

Eğitim Sen olarak İnsan, toplum ve doğa yararına bir üniversite ve demokratik yaşam koşullarını hayata geçirmek için ortak ve güçlü tutumumuzun hayati önemini belirterek, üniversiteler akademik özgürlüğün, demokrasinin, düşünce ve ifade özgürlüğünün mekânları olana kadar, üniversitelerde iş güvencesi, kamusal finansman hayat bulana kadar mücadelemizi sürdüreceğimiz bilinmelidir.”