Geçtiğimiz yaz, köy muhtarımız önemli bir çalışmayı başlatacağının müjdesini vererek bizleri umutlandırmış oldu. Bu çalışmanın iki aşamalı olacağını ve ilk aşamasının köyün eski okul binasının tadilatının yapılarak bir köy odasına dönüştürüleceği bilgisini vermişti. Bu iş için kaymakamlıktan bir ödeneğin alınacağını ve bu paranın yetmemesi halinde, köyde bir yardım kampanyasını düzenleyeceği bilgisini veriyordu.
Köy muhtarımız genç, çalışkan ve gayretli biridir, köyün var olan sorunların çözümü konusunda samimidir. Ben ve birkaç köylü olarak muhtarımıza, her konuda destek ve yardımcı olabileceğimizi belirterek bir öneride bulunduk. Önerimiz: Bu çalışmanın ilk aşaması olarak köy odasının yapımı (tadilatı) değil, önceliği köyün su sorununun çözümü olsun dedik. Muhtar ise, köy odasının daha önemli olduğunu söyleyerek; köylülerimiz “Cem’lerini ve inançların gereğini doğru dürüst yapamıyorlar, bir araya gelip sorunlarını konuşamıyorlar” diyerek tercihini bu yönde kullanmış oldu.
Ben de o an, “sevgili muhtarım cem, karın doyurmaz ama su yaşatır” diyerek düşüncemi ifade ettikten sonra sohbetimizi sonlandırmış olduk. Tabi muhtarımız köy odasını yapım işini hemen başlattığını belirtmiş olayım. Umut ediyoruz ki sevgili muhtarımız, aynı gayreti köyün su sorununun çözümü konusunda da sürdürmüş olur.
Cem karın doyurmaz ama su yaşatır sözü çok hoşuma gitmiş olmalı ki, aylarca aklımı kurcalayıp durdu. Ve sonuçta bu söz ile ilgili bu makaleyi yazmaya karar verdim. Şöyle düşündüm, dedim ki çağımızda hiçbir inanç ritüeli temel ihtiyaçlarımızdan daha önemli olamaz. Temel ihtiyaçlar, başta biz insanlar olmak üzere, birçok canlının yaşamasını sağlayan etmenlerdir. İnsanlar, hayvanlar ve bitkiler belirli aralıklarla su ihtiyacını karşılayamadıkları zaman hayattan koparlar. Ama bir inancın gereğini yerine getirmenin zamanı, yeri, koşulu yoktur. Bu inancı herhangi bir sebepten dolayı yerine getiremediğinden, yaşamından bir eksilme veya her hangi bir kayıpla karşılaşmıyorsun. Dolayısıyla çağımızda bir inancın gereğini temel ihtiyaçlarımızın önüne koymak, çağdaş olmanın önemini kavramamaktır diye düşündüm.
Cem: Alevi-Kızılbaş inancının gereği olarak; kadın-erkek, yaşlı-genç ayırımı yapılmaksızın, evlerde varsa köy odalarında dedenin yönetiminde ve bağlama eşliğinde Semah ile birlikte yapılan sohbetli toplantılardır. Cem toplantılarında kırgınlık ve küskünlüklerin giderildiği, toplumsal ilişkilerin güçlendirildiği sohbetler ağırlık kazanır.
Alevi-Kızılbaşlar, semavi dinlerin herhangi birine dâhil olmadıklarından, dinler öncesi tarihlerde sahip oldukları doğasal ve somut olaylara inanma ve onları inanç merkezlerine koyma geleneklerini günümüze kadar sürdürmüşlerdir. Bizden iki kuşak öncesi insanlarımızın Ay ve Güneş doğarken veya batarken yaptıkları duaları biliyoruz ve hatırlıyoruz. Yine dağlara, büyük kaya parçalarına, gövdeli asırlık ağaçlara veya ermiş kişilerin türbelerine giderek mumlarını yakıp, dualar ederek iyi dilek ve temennilerde bulunuyorlardı. Dolaysıyla doğada ve yeryüzündeki somut varlıkları kendi inançların simgesi olarak görüp, kapalı mekânlarda topluca ibadet yapma arayışları olmamıştır. Bu inanç sistemi Alevilerde pozitivizm bilincini geliştirerek, gelişen çağlara uyumunu kolaylaştırmıştır her zaman.
Ülkemizde 1960’lı yıllardan itibaren toplumsal bilinçlenmenin gelişmesinde Alevi gençlerin önemli rolünün olduğunu bilmemiz gerekiyor. Zira uzun yıllar inançları ve düşünceleri sistem tarafından baskılanmış olan Alevi gençler, yavaş yavaş ta olsa kendilerine benzeyen ve genelinde ortaklaştığı, fikir ve eylemlere sahip ilerici ve sosyalist çevrelerle tanışma imkânını buldular. Bu ortaklaşma, her iki gençlik grubunda öteden beri etkisinde kaldıkları dini ve geri gelenekleri reddederek, yeni bir toplumsal düzenin kurulmasında buluştular. Bu fikir ve eylemler, toplumun belirli kesimlerinde önemli bir bilinç yaratırken, aynı zamanda mevcut düzene karşı ciddi bir muhalefet gücünü de oluşturmaya başlamıştı.
Alevi toplumun ve özellikle gençlerinin, diğer toplum kesimlerinin ilerici ve devrimcileriyle birlikte siyasal zeminlerde buluşmaları, mevcut düzenin egemenlerini tedirgin etmişti. Zaman içerisinde, bu toplumsal gelişmenin önüne geçmenin; bin bir türlü oyun ve entrika ile yetmedi, askeri darbeler ve otoriter yönetimlerle hep engellemeye çalıştılar.
1990’lı yılların başından itibaren, devlet cenahından Alevilerle ilgili ilginç bir gelişme yaşandı. Bu gelişme, uzun yıllardan beridir yasak olan Cem evlerinin yapılmasına devletin bir lütfu olarak izin veriliyordu. Hatta devlet bütçesinden önemli miktarda para, öteden beri sağ partilerin yanında yer almış olan bazı Alevi dedelerine verilmişti. Devletin Alevilere bu yaklaşımı, birçok Alevi çevresinde ve kurumlarında memnuniyet ve hoşgörüyle karşılanmıştı.
Oysa bu yıllarda devlet otoritesinin (Tansu Çiller, Meral Akşener, Mehmet Ağar) Türkiye Halkları üzerinde en vahşi yöntemlerle büyük katliamların uygulandığı yıllardı. Sivas Madımak katliamı, Sarıgazi, Gazi Mahallesi Katliamları, Cezaevleri katliamı, 17 bin faili belli (meçhul) cinayetler, Köy yakmaları ve boşaltmaları gibi toplu katliamlar, bu dönemin en saldırgan tutumuydu. Tam da faşizmin doludizgin bir karabasan gibi halkın başına çöktüğü böyle bir ortamda, devlet Alevilere sahte bir el uzatıyordu. Bu sahte elin içinde Cemevleri projesi vardı.
Devletin bu Cemevi projesi, kısmen de olsa devletin lehine sonuçlar doğurduğunu söyleyebiliriz. Bu sonuçlardan biri, Alevilerin öteden beri içinde yer aldıkları toplumsal hareketlerden önemli ölçüde kopmasını sağlamıştır. İkinci husus ise, yüzyıllardan beridir bütün baskılara rağmen, vazgeçemediği özgün inanç ve kültürel değerlerinden kısmen uzaklaşması söz konusu olup, asimilasyoncu politikalarla karşı karşıya bırakıldı. Bu süreçte aynı zamanda Cemevlerinin birçoğunda örtülü bir şekilde İslami ritüellerin topluma dayatıldığını görüyoruz.
Bütün bu uygulamalardan şunu görüyoruz ki, Cemevlerinin açılması, Alevi toplumun bu mekânlarda özgür iradesiyle inançlarını yerine getirmesinden ziyade; devletin her zaman kontrol edebildiği, (olumsuz anlamda) hatta yönetimlerinde gizli kayyımların olabileceği, özellikle bugünkü iktidarın bu alandaki uygulamalarından görmek mümkün. Cemevinin özerk bir kurum olması gerekirken, bir yasal düzenlemeyle “Alevi-Bektaşi Kültür ve Cemevi
Başkanlığı” adıyla bir bakanlığa bağlanması, devletin ve özellikle bugünkü iktidarın Cemevlerine bakışını ve düşünce anlayışını açıkça ortaya koymuştur.
Cemevleri, Alevilerin inançlarının gereğini özgürce yerine getirebildiği özerk kurumlar olarak herkes tarafından görülmeli ve tanınmalıdır.
Video :https://youtube.com/shorts/2Wu_kLWb3tw?si=qqoHJOwHiA8BIXs1
Muzaffer Yallı / muzyalli@gmail.com