Bu ülkede başta Kürt Sorunu olmak üzere birçok sorun elbette var. Ama en can yakıcı olanı Kürt sorunudur. Tam 40 yıldır bütün sorunların en önünde ve bütün sorunları çözümsüz bırakan bir pozisyonda. Birçok hükümet ve iktidarların “evet Kürt Sorunu vardır amma” dedikleri halde çözmek istemedikleri ve hatta bu sorundan yararlanarak iktidarlarını uzattıklarını birçoğumuz bilmekteyiz.

Bu durumu bilmemize rağmen, bizler Kürt Sorununun çözümsüzlüğünden dolayı diğer önemli sorunların; yani yoğun emek sömürüsü, işsizlik, derin yoksulluk, doğamızın tahribi ve yağmalanması ve bir bütün olarak demokrasi mücadelesi gibi önemli toplumsal sorunların çözümü konularında üzerimize düşen sorumlulukları yerine getirmek bir yana, aklımıza bile getirmedik.

Bizler dediğim; sosyalist, komünist, aydın, demokrat ve ilerici çevreleri kastettiğimi anladığınızı biliyorum. Bu kesimler, Türkiye’de bir dönemler gerici ve faşist iktidarlara karşı büyük kitleleri harekete geçirip alanları dolduran, dolayısıyla mevcut siyasal düzeni korkutan eylemler yapılabiliyordu.

Sonra 12 Eylül 1980 Askeri Darbesiyle bu toplumsal olayların önü alınmaya ve bastırılmaya çalışıldı. Yüzlerce sanıklı davalar halinde yargılanıp, toplumun örgütlü yapıları olan siyasi partiler, sendikalar, dernekler kapatılarak, yöneticileri, üyeleri ve taraftarları cezaevlerine doldurulup yıllarca hapiste tutuldular. Tıpkı bugün olduğu gibi!

1980’li ve 90’lı yıllarda toplumun her kesimi, ayırım yapılmaksızın faşizmin hedefi durumunda idi. Fakat bugüne baktığımızda toplumun her kesimi faşizmin (iktidarın) yine hedefi durumunda olsa da; bu iktidara karşı mücadele içinde olan sadece Kürt siyasi hareketini görmekteyiz. Diğer toplum kesimlerinden özellikle sosyalist çevrelerin hiçbir tepkisini-mücadelesini, varlığını ve sahada görünürlüğü uzun yıllardan beridir yok.

Ne oldu bu çevrelere, buharlaşıp yok mu oldular? Yığınsal kitleleri harekete geçirip Türkiye’de düzeni değiştireceğiz vaatleri, artık toplumun büyük kesimi tarafından inandırıcı görülmemekte. Zaten kendileri de artık inanmamış olacaklardır ki, varlıkları bile söz konusu değil. (Burada sayıları az da olsa, hala o gerçekçi düşüncelere sahip kişi ve yapıları tenzih ediyorum) Oysa sosyalizm, toplumsal ilerleme ve dönüşümlerin en ileri aşaması olan üretim ilişkilerin eşit bölüşümü ve paylaşım biçimidir. Bugün olmazsa dahi, yarın mutlaka toplumların ulaşacağı en ileri yaşam şekli sosyalizm olacaktır. Bundan kimsenin kuşku duymaması gerekiyor.

40 yılı aşan bir süredir hala çözüme kavuşamayan Kürt sorununun çözümsüzlüğünde başta sosyalist çevreler olmak üzere, diğer toplum kesimlerin büyük kusuru ve duyarsızlığın olduğunu bilmemiz gerekiyor. Tabii ki dünya sosyalist sistemin çözülmesinin de etkilerinin olduğunu belirtmek gerekir. Yoksa bir ulusal hareket bu kadar uzun zamana yayılamazdı.

Anadolu toprakları üzerinde 40 yıldır süren bir silahlı çatışma var. Bu çatışma Türkiye Cumhuriyeti (TC) Devleti ile kendi yurttaşları olan Kürtler arasında süren bir çatışmadır. Bu çatışmada TC devletinin büyük maddi kayıpların yanında önemli sayıda insan kaybı yaşanırken; Kürt yurttaşlarımızın ise 10 binlerle ifade edilen sayıda insan kaybı ve coğrafyasının yakılıp yakılması sonucu doğal zenginliğin yok edilmesidir. Ayrıca yine 10 bine varan sayılarda Kürtlerin cezaevlerinde tutulması ve yine milyonlarca Kürt’ün yerinden yurdundan edilerek göçe zorlanması olmuştur. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kuruluşu bile, bu kadar uzun zamana yayılmadığını ve bu kadar insan ve maddi kaybın yaşanmadığını tarih kitaplarından okuyoruz. Dolaysıyla bütün çatışmaların ve savaşların sonu hep yıkıcı ve yok edici olmuştur. Bu durumdan vazgeçmenin ve uzaklaşmanın yolu barıştır ve barış olmalıdır.

Son günlerde barış umudunu yeşerten ve her iki kesimin birbirine el uzatması ve el sıkışması Türkiye toplumunda büyük umutlar yaratmıştır. Bu umutları desteklemek ve büyütmek, Türkiye demokratik kamuoyu olarak hepimizin görevi olmalıdır. İktidarın bu konuya ciddi yaklaşımını sağlamak için, her toplumsal kesimin Türkiye’nin demokratikleşmesi ve Kürt sorunun demokratik çözümünde rollerini açıkça ifade etmeleri gerekiyor.

Kürtlerin, Kürt sorununun demokratik çözümü konusunda samimi ve ciddi olduklarını, demokratik kamuoyunun bilmesi ve inanması gerekiyor. Ve bu sorunun çözümünde açık destek ve sahiplenme gösterildiğinde, Türkiye’nin demokratikleşmesine önemli katkılar sunmuş olacaklardır. Dolayısıyla burada CHP ve Demokrasi Güçleri hiçbir utangaçlık sergilemeden, Kürt Siyasi Hareketiyle bir araya gelerek Demokratik bir Türkiye’nin inşası pekâlâ mümkün olabilir.

Bu birliktelik veya sahiplenme sağlanmadığı takdirde, Kürt Siyasi Hareketini bugünkü gerici ve ırkçı Tek Adam Yönetiminin keyfi tutum ve angajmanlarına teslim etmiş olacağız. Bu da Kürt sorununun çözümsüzlüğü demektir. Bu nedenle Türkiye Demokratik Kamuoyu, Kürt Siyasi Hareketinin “Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı” talebini karşılıksız bırakmamalıdır. Gerçek bir barışla Türkiye Halklarının birlikte bir arada yaşama umutlarını büyütelim.

Şu gerçeği de vurgulamadan olmaz. Bir yoldaşımın belirttiği üzere, “Türk Devletinin sadece Kürt halkına değil, ülkenin başta Ermeniler ve Asuriler olmak üzere tüm diğer halklarına ve de demokrasiden, özgürlükten ve eşitlikten yana tüm Türk’lere yönelik devlet terörü kesinlikle sona erdirilmedikçe, yeryüzünün bu en güzel coğrafyasında kalıcı barış ve kardeşlik hiçbir zaman gerçekleşmeyecektir.”