“Yanlış İliklenen Düğme”, tarihçi ve yazar Erdoğan Aydın’ın son çıkan kitabın adı. Bu başlıkta, Türkiye Cumhuriyeti’nin sancılarla kurulduğu ve bu sancıların büyüyerek günümüze kadar geldiğini; yine bu sancılı cumhuriyetin bugünkü toplumsal yapıyı taşıyamayacak kadar yorulduğunu ve 21. yüzyıldaki toplumun gereksinimlerine çözümler üretemediğini-üretemeyeceğini belirterek, bu toplumsal düzenin değişmesinin kaçınılmaz olduğunu kısaca belirten özeti oluyordu.
Daha önceleri bu düzenin değişmesi gerektiğini fark eden sosyalist ve aydın çevrelerin bu alanda vermiş olduğu mücadeleler, maalesef düzenin koruyucuları (egemen sınıflar) tarafından büyük haksızlıklar ve bedeller ödetilerek etkisiz hale getirilmişti.
Cumhuriyetin bu tıkanmışlığını fırsata çeviren R. Tayyip Erdoğan, bu durumu dinsel referanslar ve reformlarla aşacağını iddia ediyordu. İBB Başkanı olduğu dönemde yolsuzlukla suçlanarak yargılanmış ve ceza almıştı. Dolaysıyla siyasetten yasaklı hale gelmişti. Ancak CHP’nin o zaman başında olan [avane] başkanı bir lütufta bulunarak, Erdoğan’ı bir alavere dalavere oyunu ile siyaset yapma yasağını kaldırtmış ve yeniden siyaset sahnesine geri dönüşünü sağlamıştı. Yeniden partinin başına geçen Erdoğan, bir kahraman edasıyla yakaladığı bu fırsatı, kafasındaki siyasi düşüncesini (dinsel ideoloji) yürürlüğe koyacağı mücadele alanına geri dönüyordu.
Nitekim öylede yaptı! 2002 yılı genel seçimlerinde, cumhuriyetin bu çarpık yapılanmasını fırsata çeviren dini referanslı AKP-Erdoğan, oyların yüzde 34’ünü alarak, milletvekili sayısının yüzde 65’ini kazanıyordu. Yani parlamentoda çoğunluğu sağlayarak tek başına hükümeti kurmuş oluyordu. AKP, hükümet olduktan sonra, bir yandan dini değerleri toplumun her kesimine şirin göstererek dayatmaya çalışırken; diğer bir tarafta ise, daha ileri bir “medeniyet” olarak gördüğü Avrupa’nın refah düzeyini Türkiye’ye taşıyacağına dair toplumu inandırmaya çalışıyordu. AKP-Erdoğan hükümeti 2010 yılına kadar geçen bu süreçte, kendisinin aslında ileride Türkiye’yi nasıl yönetmek istediğine dair niyetini ve anlayışını toplumdan gizleyerek, hükümetinin ve iktidarının altyapısını bu şekilde oluşturmaya çalışıyordu.
Bu altyapıyı oluşturduktan sonra, devletin bütün kurum ve organlarının üst yöneticilerini ve hiyerarşik yapılarını bozarak, kendisine uyumlu ve aynı zamanda biat eden unsurları devlet bürokrasisinde görevlendirerek AKP-Erdoğan iktidarını ve devlet aygıtını yeniden yapılandırıyordu. Nihayet 2017’de yapılan bir referandumla, devletin yetkilerini paylaştığı yasama, yürütme, yargı ile ordu ve polis güvenlik birimlerin statülerini yeniden düzenleyerek ve bunların hepsini cumhurbaşkanlığı yetkisinde toplayarak; “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” adıyla, yeni bir “tek adam rejimini” kurmuş oluyordu. Tabi tüm bu olup bitenler yaşanırken, Türkiye’de ciddi bir halk muhalefeti olmadığından ve de yanlış iliklenen düğmenin sonucu olarak, AKP-Erdoğan iktidarı çok rahat bir şekilde 23 yıldır bu ülkeyi hala yönetmeye devam ediyordu.
Geldiğimiz bugünkü durumda AKP-Erdoğan iktidarı, artık din ve dindar olma reflekslerini bir kenara bırakarak, gerçek niyeti olan İslam şeriatını topluma dayatma gayretlerini hiç çekinmeden, yaptığı uygulamalarla hayata geçirmeye çalışıyor. Devletin yeniden yapılanması ve hiyerarşisinde, kamusal hizmet veren tüm alanlarda tarikat ve cemaatlerin ve de diyanet işlerin adamlarını yaygın ve yoğun bir şekilde görevlendirilmeleri, tamamen İslamcı bir toplum düzenini oluşturma çabalarından başka bir şey değildir.
Türkiye’de hal ve gidiş böyle devam ederken, birde bakıyorsunuz vatandaşın en temel anayasal hakkı olan seçme ve seçilme hakkı, bu iktidar eliyle alınmak isteniyor. 2016’dan itibaren Kürt illerinde uygulamaya konulan belediyelere kayyım atama işlemleri (toplumun önemli bir kesiminin bu duruma tepkisiz kalması iktidarı cesaretlendirmiştir) giderek yaygınlık kazanmış ve nihayet anakent şehirlere kadar taşınmış oluyordu.
Bu anakentlerin başında İstanbul gelmektedir. İstanbul iki yönüyle AKP-Erdoğan iktidarının hem rahatsız ediyor hem de iştahını kabartıyordu. Rahatsız eden yanı, İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun bu kenti yönetmiş olmasıdır. Ve aynı zamanda İmamoğlu’nun olası bir erken seçimde cumhurbaşkanlığına aday olmasıdır. İştahını kabartıyor, çünkü İBB’ye kayyım atayarak bu kentin belediye gelirlerine el koymak ve yeni getirim (rant) alanları yaratarak sağlayacağı menfaatleri çoğaltmaktı. Aynı zamanda CHP’yi de siyasi arenada etkisiz hale getirmekti.
İşte bu nedenlerle AKP-Erdoğan iktidarı, İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’nu ve 107 görevlisiyle birlikte gözaltına aldırarak, Türkiye’yi büyük bir kargaşa ve kaos ortamına sokmuş oldu. Günlerdir başta İstanbul olmak üzere Türkiye’nin birçok kentlerinde büyük kalabalıklarla protesto gösterileri yapılmakta. Bu gösteriler zaman zaman düzen değişikliğini de hedef alan eylemlere dönüşebiliyor. Saraçhane de katıldığım bir protesto gösterisinde gözlediğim bir durumu burada belirtmek istiyorum.
Saraçhane de toplanan halkın öfkesi çok büyüktü. Katılımcıların yüzde 80’i gençlikti. Alkışlı protestolarla kürsüden konuşmak istediklerini ifade ettiler. Bir temsilci arkadaşlarını kürsüye çıkartarak konuşturdular. Konuşmacı öğrenci, İmamoğlu’na yapılan haksızlığın çok ötesinde başka önemli konuları dile getiriyordu. Tüm haksızlıkların ve baskıların esas nedeni olan bu bozuk düzenin değişmesi gerektiğini ifade ediyordu. Bu düzenin değişmesi içinde ezilen ve sömürülen bütün halkların birlikte hareket etmesi gerektiği mesajını haykırarak, Türkiye kamuoyuna gençler adına çağrıda bulunuyordu. Artık suskun toplum olmayacağız diye haykıran gençliğin bu sesi, Saraçhane de akşamın alacakaranlığında gökyüzünde yankılanarak Anadolu’nun her bir yanına yayılıyordu.
Türkiye çok önemli ve sancılı bir süreçten geçiyor. Ya Ortaçağ karanlığına gömüleceğiz veya bu karanlığı yırtıp hep birlikte aydınlık yarınları kuracağız. İkisinin ortası yok.



Yanlış İliklenen Düğmenin Sonuçları başlıklı yazınızı büyük bir ilgiyle okudum. Erdoğan Aydın’ın kitabına dair yaptığınız değerlendirmeler, Türkiye’nin geçmişi ve bugünü üzerine düşünmeye teşvik edici bir perspektif sunuyor. Bu kitabın okunmasının, ülkemizin tarihsel süreçlerini doğru analiz edebilmek adına büyük önem taşıdığını düşünüyorum. Değerli katkılarınız için teşekkür ederim.