Bu ses, belki de hiçbir zaman unutulmayacak. Senelerce bu sesi her yerde duymaya devam edeceğiz. Ve bu sesin hepimizde yaratmış olduğu travmayı uzun yıllar bedenlerimizde taşımız olacağız. Depremin ilk birkaç günün haberlerini izlerken, deprem yığınları üzerinde gezen Habertürk TV kanalın haber sunucusu zatın, daha sonra kendi kanalında depreme dair izlenimlerini ve haberleri anlatırken, sarf ettiği şu cümlesini unutamadım. “Ben burada yürürken (enkazı kastediyor) ayaklarımı mümkün olduğu kadar ve bilerek ses çıkarmasın diye yere dikkatli basmaya çalışıyordum, çünkü birilerin benim buradan geçtiğimi duymasın diye”
Birileri dediği enkaz altında kalanları kastediyordu. Korkunç bir ifade, belki o an içinde bulunduğu çaresizliği ifade etmiş olabilir diye düşünmek mümkün. Fakat vicdan orada enkaz altında kalan insanların yerlerini belirleyip yetkili çevrelere bildirmek olmalıydı. Belki de bu vesileyle birçok insanın kurtulmasını sağlamış olacaktı. Ama böyle yapılmadı, birçok televizyon ve haber kanalları, medya haberleri iktidarın etkisinde haber yaparken; üç gün boyunca deprem bölgelerinde insanlar çaresizlik içinde bırakıldı. Değişik çevrelerden ve toplum kesimlerinden gelen kurtarma ekipleriyle birlikte, gelen yardımlarla kurtarma çalışmaları sürdürülürken, buna rağmen depremzedeler çok büyük zorluklar içinde kurtarılmayı bekliyorlardı. Ayrıca 6 Şubat’ın soğuğu başka bir felaketti bölgede!
Bu durum kamuoyunda büyük tepkilere yol açmıştı. Gazeteci Tolga Şardan o günlerde yaşananları kendi köşesine şu sözlerle taşımıştı. “Özellikle askerin ilk günden itibaren etkin ve yaygın bir şekilde sahaya çıkarılamaması ve depremin ardından başlatılması gereken yardımları planlayıp organize etmekten sorumlu olan AFAD’ın bölgedeki çalışmalarda yetersiz kalması, iktidara yönelik ağır eleştirilerin odağına çekti AKP’yi”
Gecikmeli olarak 10 Şubat günü deprem bölgesine giden cumhurbaşkanı Erdoğan, devletin zamanında müdahale edemediğini şöyle itiraf ediyordu. “Müdahaleleri istediğimiz hızda ulaştıramadık. Depremin yıkım etkisi 10 il ve 500 kilometrelik alana yayıldığı için işimiz maalesef çok zor oldu. Buna bir de bölgedeki kamu görevlilerinin kendisinin ya da ailesinin yıkım altında kalması eklenmiştir. Bölgede sert bir kış yaşanıyor olması da bir diğer engel olarak önümüze çıkmıştır. Yolların bir kısmı da ciddi bir trafik yüküne maruz kalmıştır” diyerek devletin tek yetkili ve sorumlusu olarak bu görevini yerine getiremediğini çok ucuz gerekçelerle ifade ederek, kendini ve sorumlu olduğu devletini masum göstermeye çalışıyordu.
Yine o günlerde halkın büyük öfkesi ve tepkisi şu sözlerle iktidarı hedef alıyordu. Senin 5’li çeten var! Yıllardır ülkenin her karış toprağını altın arama, baraj yapma, taş ocağı işletme, inşaat (yol, tünel, köprü) işleri gibi dev projeleri yapabilen, bu 5’li çetenin elinde olağanüstü büyüklükte bir makine gücü ve parkuru varken; neden bunları deprem bölgesinde görevlendirmedin diye haykırıyorlardı. Ama iktidar hiçbir zaman bu ve benzeri konuları hiç dert edinmedi. Onların tek bir dertleri vardı, o da ülkenin bütün kaynaklarını sömürüp zengin olmaktı. Bunu da başarmış oldular, fakat doyumsuzlukları maalesef hala devam ediyor.
Depremin 2.ci yıldönümü olan 6 Şubat’ta deprem bölgelerinde ve Türkiye’nin birçok kentlerinde anma toplantıları yapıldı. Bu anma toplantılarının bölgede yapılanları hüzün ve duygu doluydu ve aynı zamanda öfkeliydi halk. Ellerinde mumlarıyla gecenin 04.17’de yürüdüğü sokaklardan “sesimi duyan var mı” çığlığı gökyüzünün karanlığında yankılanıp Türkiye’nin her yanına yayılıyordu. Kaybettikleri yakınlarını böyle anıyorlardı. Bu anmalarda birde iktidara yönelik şikâyet ve yakınmaları vardı. Hala birçoğunun çadırlarda en ilkel koşullarda yaşamlarını sürdürdüklerini ve hükümetin kendilerine verdikleri sözleri yerine getirmediklerini bağıra bağıra haykırıyorlardı.
Oysa cumhurbaşkanı bir toplantısında 2 trilyon 600 milyar lira harcadığını belirtiyordu. Bir konutun asgari 3 milyona mal olacağını düşünürsek, bu parayla 870 bin konutun yapılmış olması gerekiyordu. Ve dolaysıyla bugün 100 binlerce aile çadır ve konteynerlerde yaşamamış olacaklardı. Bu demektir ki bu paralar deprem bölgesine harcanmamıştır.
Saray rejimi, bu öfkeli kalabalıkların deprem bölgelerinde yaşadıkları acımasız yaşam koşullarını görmüyordu, umursamıyorlardı bile. Onlar il kongreleri çalışmaları yürüterek elinde tuttukları ülke yönetimini, daha da uzun yıllar yönetmenin gayreti ve çabası içindeydiler! Onlar Kasımpaşalardan gelip devletin imkânlarını ele geçirince; bu imkânların kendilerine sunduğu zenginliklerle toplumun üstünde ayrı bir zengin zümre oluşturdular. Adeta kendilerini İslamiyet’in tahayyül ettiği cennetinde zannediyorlar!
O nedenle bu hükümetten toplum yararına bir şeyler beklemenin artık beyhude beklentiler olacağını bilmemiz gerekiyor. Yapılacak tek şey, bunlardan kurtulmanın yol ve yöntemleri üzerine kafa yorarak, bunları geldikleri yere göndermek gerekiyor. O zaman “sesimi duyan var mı?” diyenleri her yıl burukta olsa daha iyi koşullarda anmış olacağız.
Depremde yitirdiklerimizin anılarına saygıyla…



