Türkiye ilk kurtuluş savaşını 1919 yılında Anadolu’yu işgal eden emperyalist güçlere karşı vermiştir. Çünkü Anadolu topraklarının fiili işgali ve kaybı söz konusuydu. Bu topraklar üzerinde yaşayan bütün halklar; başta Türkler ve Kürtler olmak üzere diğer azınlıkta olan milliyetler (Rum, Ermeni, Musevi, Bulgar, Süryani, Çerkez, Arap vb.) hiçbir ayırım gözetmeksizin güçlerini birleştirerek büyük bir kurtuluş savaşını başlatmışlardı.

Tabi bu kurtuluş savaşın ilk evreleri de var. Anadolu’nun farklı bölgelerinde, bölge halklarının kendi topraklarını düşmana karşı koruma içgüdüleriyle örgütlenerek savaştıklarını görüyoruz. Maraş ve Antep havalisini Şahin Bey, Ege bölgesinde Demirci Mehmet Efe ve Yörük Ali Efe komutasında gelişen halk hareketleri, Doğu Cephesi, Trakya ve Orta Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri gibi yerel halk örgütlemeleri yer yer büyük çatışmaların içine girmişlerdi bile.

Mustafa Kemal’in Anadolu’ya geçmesiyle birlikte, Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri ve yerel halk örgütlemeleriyle bir araya gelerek, Anadolu’yu Emperyalist işgalden ve aynı zamanda işbirlikçi İstanbul Hükümeti’nden kurtarmış oldular. 1920 de kurulan ilk mecliste bu savaşta yer alan bütün etnik kimlikler kendi temsilcileriyle ve yerel kıyafetleriyle yer alıyorlardı. Bu demokratik işleyişe uygun olaraktan 1921 Anayasası oluşturulmuştu. 1921 Anayasası, o günkü koşulları dikkate aldığımızda kısmen de olsa Demokratik bir cumhuriyeti esas aldığını söylemek mümkün. Eğer bu süreç böyle devam etmiş olsaydı, belki de yapılacak bazı reformlarla toprak ağaları, aşiret beyleri ve dini otoritelere (Tarikat ve Cemaatler) son verilebilir veya en azından güçleri zayıflatılabilirdi. Fakat bu böyle olmadı.

Kurulan ikinci mecliste ve 1924 Anayasası’nda işler tersine çevrildi. Bu Anayasa da bütün etnik kimlikler ve inanç grupları, başta Kürtler ve Aleviler olmak üzere, herkesin Türk olmaları gerektiği ve buna uygun davranış ve yaşam koşulları topluma dayatılarak, Türkiye’de ırkçı ve faşist bir düzenin temelleri atılmış oluyordu. Dolaysıyla büyük toprak ağaları, aşiret beyleri ve dini çevreler ve otoriteler halk üzerindeki hâkimiyetlerini sürdürmeye devam ederlerken, aynı zamanda mecliste (TBMM) kendi temsilcileriyle (milletvekili) çoğunluğu oluşturuyorlardı. Ve yine bu çevrelerin Türkiye hükümetleri ve yönetiminde uzun yıllar bu ağırlıkları hep var oldu.

Başından beri demokratikleşemeyen Cumhuriyet, günümüze kadar hep sancılı evreler yaşayarak kendisini var etmeye çalıştı. Zaman zaman bazı önemli tökezlemeler yaşamış olsa da, bu tökezlemeleri askeri darbelerle ya atlatmış ya da sönümlendiğini zannetmiştir. Ancak 1970’li yıllarda gelişen ilerici toplumsal halk muhalefeti, Cumhuriyet burjuvazisinin tepkisine yol açmış ve bu tepkinin sonucu olarak 12 Eylül 1980 Askeri Darbesi’yle devlet yönetimini Askeri Cuntanın idaresine bırakmıştı. 5 generalden oluşan bu askeri cunta konseyi, arkasına ABD’yi ve batılı kapitalistlerin desteğini de alarak toplumsal muhalefet üzerinde baskı ve terör uygulayarak toplumu etkisiz hale getirmeyi başarmıştı. İlerici işçi sendikaların, memur derneklerinin ve birçok siyasi partilerin kapatılması, yönetici ve üyelerinin cezaevlerine konulması, ayrıca mal ve mülklerine el konulması, askeri cuntanın en önemli görevleri arasında geliyordu.

Cuntanın başı General Kenan Evren, Türkiye’nin muhtelif bölgelerinde yapmış olduğu mitinglerde elindeki Kuran’dan ayetler okuyarak toplumu dinsel çağrışımlarla yeni bir toplumsal düzenin yolunu döşemeye çalışıyordu. Bu akıl, Kenan Evren’in aklı değildi elbette, değişen dünya konjonktüründe, Türkiye’nin bu konjonktürün neresinde yer alacağı planlanıyordu. 1980 Askeri Darbesinden 2 bin yılının başına kadar geçen 20 yıllık zaman içerisinde Türkiye’de cami yapımı, kuran kursları ve İmam Hatip okulları sayısında önemli artışlar oldu. Hatta bazı Alevi köylerine camiler bile yapılmış oldu. Okullarda din dersleri zorunlu hale getirildi. Tüm bu gelişmelerle birlikte 2002 yılında yapılan genel seçimlerde, daha yeni kurulmuş olan dinci ve muhafazakâr çevrelerin partisi olan AKP, girdiği bu ilk seçimde oyların yüzde 34’ünü alarak, meclisteki milletvekillerin yüzde 65’ine sahip olmuştu. Yani çok az bir oy oranıyla milletvekillerin üçte ikisini alarak mecliste çoğunluğu ve tek başına hükümet kurabilmişti.

Şimdi bu gelişmeleri böyle okuyabildiğimizde, her aklı başında bir insanın şöyle düşünmesi gerekmiyor muydu? Çok sinsi bir planın ve derinlikli bir stratejinin, Türkiye ve Türkiye toplumunun geleceğini her bakımında olumsuz etkileyecek, hatta zar zor işlemekte olan bir Cumhuriyet rejimini etkisiz hale getirip, yerine dinci ve muhafazakâr bir ortaçağ rejimini AKP Hükümeti eliyle yürürlüğe koymayı hedeflemişlerdi. Bu sinsi plan ve derinlikli strateji AKP ve Tayyip Erdoğan eliyle başarılı bir şekilde Türkiye’de uygulamaya konulmuş oldu.

Şimdi Türkiye toplumunun her kesimi, iktidar güçleri hariç; yani işçisi, köylüsü, esnafı, memuru, işsizi, yoksulu, dindarı ve hatta sanayi sermayesi bile, bu iktidarın topluma dayattığı Ortaçağ rejiminden rahatsız olduklarını her eylemlerinde görmek mümkün. Rahatsız olan bu toplum kesimleri nüfusun önemli oranda çoğunluğunu oluşturmaktadır. Fakat bu duruma rağmen AKP İktidarı, Türkiye’de bu sıkıntılar yokmuş gibi iktidarını çok rahat bir şekilde sürdürmeye devam edebiliyor. Neden? Çünkü yukarıda saydığım toplum kesimlerinin örgütsüz olmalarından cesaret almaktadır. Burada sadece sermaye kesiminin örgütlü olduğunu belirtmeliyim

Bana CHP’nin, TÜRK-İŞ’in, DİSK’in, KESK’in vb. bazı örgütsel yapıların olduğundan bahsedebilirsiniz. Evet, varlar ama toplumsal birer dinamik olarak sahada yoklar. Kâğıt üzerinde varlıklarını sürdürmeye çalışıyorlar. Türkiye’nin birçok bölgelerinde yer yer küçük çaplı işletmelerde işçilerin hak arama eylemlerinde, bu kocaman sendikaların varlığından ve desteklerinden bahsetmek mümkün değil!

Türkiye’nin başına bela olmuş, Ortaçağ rejimini Türkiye’ye dayatmaya çalışan AKP İktidarından kurtulmanı tek yolu, bütün muhalif güçlerin birlikte Demokratik bir Türkiye’nin yeniden inşası için; bir plan ve program etrafında bir araya gelmeleridir. Türkiye’nin ikinci yüzyılda kurtuluş yolu bu olmalıdır!

*Bertolt Brecth