Kayyımlar atayarak Türkiye’yi yönetme anlayışı giderek yaygınlaşıyor. Beton kafalılar kentlerimizi beton bariyerlerle abluka altına alarak, yerel yönetimleri merkezi yönetimin denetimine sokmaya çalışıyorlar. Bu yola başvurmalarının nedeni, artık normal usullerle bu ülkeyi yönetme iradelerini kaybetmiş olmalarıdır.
Türkiye’nin ve hatta dünyanın birçok önemli kentlerinde, ‘25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele’ protestoları ve gösterileri oldu. Başta İstanbul olmak üzere, birçok kentimizde etkinliklerin yapılacağı alanlar bariyerlerle çevrilmiş olup, polis ablukasına alınmıştı. İş bununla da kalmadı, Taksim’e giden metro duraklarına giriş ve çıkışlar, yolculara kapatılarak bariyerlerle engeller konuldu. Oysa dünyanın diğer kentlerinde 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddet etkinlikleri olaysız ve bayram coşkusu içinde yapılıyordu.
Hakkari’den başlayıp Esenyurt, Mardin, Batman, Halfeti ve şimdi de Dersim ve Ovacık belediyelerine kayyım atamaları yapıldı. Görünen odur ki, bu durum daha da devam edecek. Yani topyekûn bir saldırı politikası yerine, toplumu alıştırarak bu politikalarının zeminini ve altyapısını oluşturma gayretleri var.
Dersim ve Ovacık’ta kayyım atamalarına karşı yapılan protesto eylemlerine, halkın önemli bir kesiminin kahvelerde oyun oynadığı ve iradelerinin gasp edilmesine karşı kayıtsız kaldığı, çok yaygın olarak konuşuluyor halk arasında. Bugünkü iktidarın, Türkiye toplumunun önemli bir kesiminde yaratmış olduğu çürüme ve yozlaşmanın etkileri, maalesef Dersim ’i de etkilemiş durumda! Uzun senelerdir Dersim’de cinayet, çeteleşme, uyuşturucu kullanımı haberleri hiç duyulmazken ve konuşulmazken, şimdi bu olgular basın ve haberlere konu olmaya başlamıştır.
Dersim’de yerel örgütlemelerin eksikliği veya hiç olmayışı, bu olumsuz yapıların ve ilişkilerin ortaya çıkmasına yol açarken, aynı zamanda toplumsal yapının bozulmasının da yolunu açmış oluyor. Tabi bu durum, bugünkü iktidarın yönetme anlayışını kolaylaştırıyor ve bu yola devam etme cesaretini veriyor. Şimdi düşünmeden edemiyoruz, Dersim gibi bir yer bu duruma gelmişse, vay bu ülkenin perişan haline!
Burada önemli ve olumlu bir gelişmeyi belirtmekte yarar var. Dersim ve Ovacık belediyelerine kayyım atamalarından sonra, Dersim diasporasından örgütlü yapıların katılım sağlamaları, destek ve dayanışma mesajları vermeleri çok değerliydi. Bu çok önemli bir duygu ve kamuoyunda haklılığımızı öne çıkaran bir olgudur aynı zamanda. Bu katılım ve enternasyonal dayanışmayı bundan sonra da yapılacak her kayyım atamalarına karşı yerine getirebilmeliyiz.
Bu ülkede nefes alamayacak hale geldik. Ülkenin her bir yanını kötülükler ve pis kokular sarmış durumda. Her geçen gün kadın cinayetlerin arttığı, çocuk yaşta kız çocuklarımıza yönelik istismar ve tecavüzlerin olağan hale geldiği bir ülke görüntüsü içinde olmak istemiyoruz. İktidarın gücünü arkalarına alan kötü niyetli kişi veya kurumlar, memleketin her bir yanını örümcek ağı gibi sararak, bütün zenginlikleri yağmaya ve talana devam ediyorlar. Bu duruma ses çıkaran veya karşı gelenlere, polis copu-gazı, bariyerler ve göz altılarla karşılık verilerek, toplumu korkutma ve sindirme politikaları hep gündemde tutuluyor.
“Beşli Çete” deyimi, Türkiye’nin yönetme biçiminin bir başka şekilde ifadesidir. Bu tarz bir yönetme anlayışının bilimsel tanımı oligarşidir. Yani bir avuç aile yakınlarının veya çıkarcı kişilerin bir araya gelerek ülkenin yönetimine ve dolaysıyla bütün zenginliklerine el koyması demektir. Türkiye son 10-15 yıldır böyle yönetilmektedir.
Şu tabloya bakalım: Türkiye’de 2000’li yılların başında asgari ücretle çalışanların oranı yüzde 9 iken, bu oran bugün yüzde 57’yi aşmıştır. Yine dünya ülkeleri arasında kalkınmışlık düzeyi sıralamasında 60. sıralardayken, bugün 200 ülke arasında sondan 5. sıraya gerilemişiz. Yani dünyanın en geri kalmış veya bırakılmış beş ülkesinden biri olmuşuz. Arjantin, Suriye, Sudan, Zimbabve ve Türkiye! Cumhurbaşkanının kendi söylemiyle “nereden nereyee…” gelmişiz değil mi?
Ülkenin içine düşürüldüğü bu ekonomik, siyasi krizden ve toplumsal çürümüşlükten çekip kurtarmanın yolu vardır. Bu yol, AKP-MHP dinci/ırkçı rejimine karşı olan bütün muhalif kesimlerin, Demokratik Cumhuriyet ve Demokratik bir Anayasa etrafında bir araya gelerek, bu zorlu süreç aşılabilir. Bu yapılamadığı takdirde, bu iktidar eliyle, bu ülke belki de bir daha seçimlerin yapılamayacağı bir ortama doğru sürükleneceğini görmemiz gerekiyor.


