Dersim Son Dakika Haber - Dersim Ekspres Gazetesi
HV
29 NİSAN Pazartesi 16:20

CEVİZİN ALTINDAKİ ADAM

YILMAZCAN ŞARE
YILMAZCAN ŞARE
Giriş Tarihi : 30-07-2023 21:31

Yaprak döküyor çocukluğum. Birbiri ardına ayrılıyor çocukluğumun dalından o sarı yapraklar. Saçları kıvırcıktı onun ve başının en tepesinde belirgin bir açıklık vardı. Boynunda kalın altın zincir, havai gömlek ve beyaz pantolon, ya da şort giyip gelirdi.

Ayakkabıları bile bir başkaydı o adamın. İlginçti ve de korkulacak biriydi. Hiç görmediğimiz bir sima. Avusturya denen bir ülkeden geliyordu. Konuşmaları, gülüşü, şakaları, yüzündeki ifade bile farklıydı. Merak ediyorduk bu adamı. İsmi neydi? Neden gidip uzun bir zaman sonra geliyordu ki? Köy yerinde onun için çokça şeyler anlatılıyordu. Ama en ilginci şuydu; ondan önce doğan bütün kardeşleri öldüğü için o doğduğunda kulağının ucundan birazcık kesilip ekmeğin arasına koyularak habersizce annesine yedirilmiş. Ve o günden sonra doğan hiç bir kardeşi ölmemiş. Onun kulağı bütün kardeşlerinin kurtarıcı iksiri olmuş.

Bir Dursun Topaç, geçip gitti bu yeryüzünden. İncinmiş belki ya da çokça inciterek… Avrupai bir havası vardı. Avusturya’dan geldiğinde dalları evin çatısına kadar uzayan o dev ceviz ağacının kökünde otururdu her zaman. Biz çocuklar bu ilginç adamı biraz uzağında bir ceviz ağacının arkasına saklanarak izlerdik. O başka tarafa baktığında kafalarımızı çıkarıp ona bakıyor, o bizi fark ettiğinde ise, kafalarımızı geri çekip ceviz ağacının arkasına saklanıyorduk. Kardeşlerimden Ercan bir isim takmıştı ona: “Mordemekê bınê göze” (Ceviz ağacının altındaki adam)

Bir kadın, bütün ömrünü feda ede ede bekledi onu. Başka hiç bir hasret giymeden sadece onun yolunu gözleyerek tüketti ömrünü. Evlendiği ilk kadındı. Acılarını yuta yuta durdu o ceviz ağacının altındaki köy damında. Hem çocuklarına hem de kayınlarına analık yaptı. Bir garip kuştu işte. Belki bir gün şu Avusturya dedikleri yerden temelli döner ya da beni sevdiğini anlayıp alıp götürür diye çokça umut etti. Olmadı. Yine de bekledi. Çocukları dedelerine “bao” ( baba ) ninelerine “daê” (anne) derlerdi. Çünkü çocuklarına örnek teşkil edecek hiç bir hal ve ahvali yoktu o garip kadına anne demelerini sağlayacak. Peki, çocukları ona ne diye seslenirlerdi. Ona da “veyve” yenge) derlerdi. Çünkü amcaları yenge dedikleri için onlar da o şekilde seslenmeyi öğrenmişlerdi. O kadın işte o kadının zayi edilmiş ömrüne tanıktı o kocaman ceviz ağacı. Ama gidip te yıllarca gelmez olanın ömrünün kendinden uzaklaştığını bildi belki. “Olsun” dedi ve heba etti ömrünü çocuklarına. Bir garip kuş, hüzünlü bir yetimdi o kadın.

Eski kulağı kesiklerdendi eşi ama kesilen kulak kardeşlerini kurtarırken can yoldaşına da kapanmıştı. Şu Alamanya dedikleri yerden gidip te gelmeyen nice nice insanlar oldu. Orada evlenen, yitip giden, unutup kalan çok insan oldu. Hayriye'nin acılı öyküsü de o yitimlerin arasında sıkışıp kalmış bir öyküydü. Sonra bir, iki yılda bir gelen cevizin altındaki adam hiç gelmez oldu. Ve derken köyler boşaltıldı. Kadın ve çocukları savrulup başkente gittiler. Kaynanasını orada kaybetti. Ama o oraya gömülmek istemiyordu. Vasiyette bulundu: “Ölürsem beni kocamın köyüne değil babamın köyüne gömün” dedi. Gün geldi göçüp gitti bu dünyadan. Aşkı, sevgiyi tatmadan. Gelin edildiği o genç yaşından beri bir adamı bekleye, bekleye tüketti ömrünün gerisini; toprağa gömerek göçüp gitti bu dünyadan.

Çocukları vasiyetini yerine getirip onu baba toprağına gömdü. Sonra cevizin altındaki adam yaşlandı gitti. Yaşlandıkça daha da duygusallaştı. Memleketine daha sık gelir gider oldu. Arar sorar oldu. Belki ağır bir pişmanlıktı bunu ona yaptıran. Belki büyüsüne kapıldığı o uzak ülkeye ait olmadığını geç te olsa anlamıştı. Pişmandı belki; onu bekleyen kadının ağır vebaliydi belki ya da derin ahıydı onu yaşlılığında mutsuz kılan.

Kim bilir ya da yine umursamadı o kadının harcanmış ömrünü. Gençliğinde yok saydığınız her şey sizi takip eder. Ait olduklarınız ve görmezden geldikleriniz gelir bulur sizi. Bulur ve rahatsız eder. Gittiğinizi sanırsınız ama Cemal Süreya'nın dediği gibi: “Gitmekle gidilmiyor ki, gitmekle gitmiş olamazsın; Gönlün kalır, aklın kalır, anıların kalır.”

Ceviz ağacının altındaki adamın bundan ne kadar payına düştü bilinmez. Ama o da göçüp gitti bu dünyadan. Avusturya’da bir hastane morgunda yanında hiç kimse olmadan kaldı günlerce. Oğlu aradı buldu babasının cansız bedenini. Belki kalabalıktı etrafı ama son deminde çekilip gitti bütün insanlar, terk edip gitti; unutup gitti. Oysa ona bir ömür heba edip bekleyen kadın gibi hiç kimse sevmedi onu. Dağılıp gitti ömrü. O Ankara’da bir mezarlığa gömüldü. Genç iken başladığı gurbet serüvenine öldüğünde de devam eder gibi. Ama karısı şimdi baba evinde. O ilk gençliğinin geçtiği yerde yatıyor. Belki bir gelinliğe bile layık görülmemiş, harcanmış ömrü ile. Bir kez olsun sevginin derin sıcaklığını hissetmeden hep üşür gibi orada işte.

YORUMLAR